Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, yükseköğretim yönetiminin anayasal bir konumdan çıkartılması çağrısında bulunarak, “Yeni anayasa ya da anayasa değişikliği sonrası yükseköğretimin amacını, niteliklerini, temel kurumlarını, kurumların kuruluş ve işleyişlerini, mali yapılarını, yükseköğretime girişleri, akademik, idari özerkliği, denetimi, kalite ve akreditasyon işlemlerini düzenleyen temel kanun niteliğinde bir Yükseköğretim Kanunu çıkarılmalıdır” dedi.
Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Eğitim-Bir-Sen’in hazırladığı “Yükseköğretim Kanunu’na İlişkin Öneriler” raporunu açıkladı. Genel Merkez’de düzenlenen basın toplantısında konuşan Yalçın, darbe ürünü olan 2547 sayılı Kanun’la oluşturulan yükseköğretim sisteminin ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğu, üniversitelerin kendilerinden beklenen toplumsal faydayı sağlayamadıkları, toplumun ve ekonominin ihtiyaçlarına yeterince cevap veremedikleri üzerinde mutabık kalınan bir gerçek olmasına rağmen şimdiye kadar herhangi bir adım atılmadığını belirterek, “Yakın tarihe kadar ülkemizde insanı merkeze alan bir politik yapı veya toplumsal düzen kurulamadı ne yazık ki. Tanzimat döneminden Kurtuluş Savaşı’na kadar uzanan dönemdeki emperyalist çevrelere karşı var olma kaygısı, jakoben anlayış elinde, Cumhuriyet döneminde devleti yücelten, halkı devletin amaçlarına amade kılan, devlet fetişizmi nedeniyle vatandaşını ezen ve görmezden gelen bir siyasal ve sosyal yapıya evrildi. Vatandaşın haklarını koruması gereken kurumlar ve toplumsal yapılar, ya özgürlüklerine ve özlük haklarına müdahale ederek ya da haklarını kısıtlayarak vatandaşı ezmeye çalıştı. Üniversitelere, özellikle de YÖK’e gelince 2000’li yıllara kadar genel olarak bakıldığında YÖK, merkez ve çevre ayrımında ideolojinin ve devletçiliğin yanında yer aldı. Araştırmalara ve araştırmacıların görüşlerine değil, darbecilerin yönlendirme ve sözlerine kulak verdi. Uluslararası başarıya sahip üniversiteleri değil, askeri okulları örnek aldı. Pedagojiyi değil, toplum mühendisliğini esas aldı. Maalesef, 2008 yılına kadar üniversiteler kışla gibi görüldü; rektörler, dekanlar ve öğretim elemanları da emir subayı. Öğrenciler, toplum mühendisliğinin laboratuvar araçları gibi sağ ve sol ideolojinin nesneleri haline getirildi. Bu nedenle YÖK çevreyi, toplumu ve bireyleri temsil ve onlara hizmet etmekten çok merkezin katı uygulamalarının beyni ve aracı haline gelerek toplumla, kültürüyle arasına ciddi mesafeler koydu. Toplumun değerlerine, kültürüne yasaklarla meydan okudu ve bu durum maalesef üniversitelerin yabancılaşmasını beraberinde getirdi” ifadelerini kullandı.