Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF), “Ya Kanal Ya İstanbul” başlığıyla Kanal İstanbul projesine ilişkin uzman isimlerce hazırlanmış bir rapor yayımladı.

WWF, Kanal İstanbul’u ekolojik, sosyo-ekonomik ve siyasal/hukuksal boyutlarıyla irdeleyen raporun, konuyla ilgilenen tarafları, öngörülmesi gereken riskler hakkında bilgilendirmek ve kamuoyunda şeffaf bir tartışma zemini yaratmak amacıyla hazırladıklarını kaydetti.

Raporda, hızlı büyüme sürecinin, sürdürülebilir olmayan politikaların teşvikiyle bugün İstanbul’u, 15 milyon insanın plansız bir şekilde yığıldığı, kaynakları artık kendisine yetmeyen ve bir yandan kendisini diğer yandan etrafını tüketen bir “kontrolsüz güç” haline getirdiği belirtildi.

“İstanbul doğasının karşı karşıya bulunduğu en büyük mühendislik operasyonu” olarak nitelenen Kanal İstanbul projesi ise “bu hatalarla dolu sürecin en son adımı” olarak değerlendirildi:

“Artık ne yazık ki, “ya Kanal ya İstanbul” deme noktasına gelmiş durumdayız.”

Deniz ekosistemi

Rapora göre, Kanal İstanbul’un açılması halinde, deniz ekosistemlerinde şu fiziki değişimlerin gerçekleşmesi bekleniyor:

Birden fazla hidrolik geçiş noktası sayesinde komşu denizler arasında kontrollü bir değişimi sağlayan ve bu denizlerin davranışlarını birbirinden oldukça bağımsız kılan maksimum değişim akım rejimi ortadan kalkabilir.

Boğazlardan geçen toplam debinin arttırılması sonucu, buna karşılık gelen deniz seviyesi farklılıkları azalabilir.

Oluşan yeni rejim, dünyada eşi bulunmayan Karadeniz ve Marmara Denizi’ndeki yüksek yoğunluk katmanlaşmasını geri döndürülemez bir şekilde bozabilir.

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz iklim değişikliği gerçeği altında Karadeniz’i besleyen nehirlerin debileri de azalma eğilimi göstereceği için (Arpe ve Roeckner, 1999; Ludwig ve diğ., 2009) yukarıdaki değişimlerin etkileri katlanarak artabilir.

Tarım arazileri

Raporda, tarım arazilerinin, nicelik ve nitelik olarak kısıtlı olduğu ve zaten büyük sorunlarla karşı karşıya bulunduğu hatırlatılarak küresel ısınmanın yarattığı kuraklığa bir de amaç dışı kullanımların eklendiği söylendi.

“Hızla büyümeye devam eden ülkemizde ‘gıda güvencesi’ verimli arazilerinin titizlikle korunmasına ve daha iyi kullanılmasına bağlıyken, Kanal İstanbul, havaalanı, otoyollar ve yeni şehirlerle Çatalca Yarımadasının neredeyse tamamını şantiyeye çevirmek Türkiye’de yaşanmakta olan tarımsal ürün ve toprak kaybı sorununa yeni boyutlar eklemekten başka bir şey değildir.”

Sosyo-ekonomik boyut

Kanal İstanbul’un ciddi ekolojik yıkımları beraberinde getirme riski taşıyan bir proje olduğu da raporda belirtilirken, projeden etkilenecek çevresel değerler ve insan yaşamı gibi piyasalarda değer biçilemeyen durumlarda parasal ölçevlerin yeterli olmadığı kaydedildi.

“Projenin sosyo-ekonomik etkileri açısından değerlendirilmesinde, kendi bünyesinde barındırdığı karmaşıklıklar ve belirsizlikler vardır.

Proje ile beklenen ekonomik getirilerin kısa vadede elde edilse bile ekolojik ve sosyal maliyetlerin uzun vadeli gelecekte (örneğin 30 yıl) hissedilmeye başlanacağı durumlarda kararların alınması aşamasında gelecek kuşakların ve doğanın savunuculuğunu kimin yapacağı önemli bir sorunsal olarak karşımızda durmaktadır.

“Böylesi bir sorunsalı aşmanın en akılcı ve doğru yolu, karar alma sürecine paydaşların katılımını sağlamak, farklı görüşlerin ses bulmasına imkan sunmak ve projeyle ilgili tartışmaları genel kamuoyunun huzurunda icra etmektir. Ne yazık ki, Kanal İstanbul projesi hali hazırda böylesi bir noktaya çok uzakta durmaktadır.”

Kent sorunları

Projenin kentsel gelişme ve planlama açısından da tartışılması gereken birçok konuyu gündeme getirdiği belirtilerek şu bilgilere de yer verildi:

“Kanal ile güçlendirilecek Küçükçekmece-Hadımköy aksı kentin Karadeniz’e kadar uzanması, kuzeyde Havalimanı ile birleşerek bölgede Karadeniz sahili boyunca yeni yerleşimlerin gelişimi anlamına gelmektedir. Böylece kentin, Marmara Denizi’ne paralel doğu-batı yönündeki lineer yapısı ve kuzeyden onu ekolojik hizmetleriyle (içme suyu, iklim-hava, rekreasyon, tarım, sel kontrolü, biyolojik çeşitlilik ve yaban hayatı, vs) destekleyen doğal alanlardan oluşan geleneksel büyüme şekli sona ermiş olacaktır.

“Onun yerine, kuzey-güney akslarının güçlenerek Karadeniz sahilindeki gelişmelerle birleştiği ve zamanla bütün Çatalca Yarımadası’nı sardığı yeni bir büyüme biçimi ortaya çıkacaktır. Yapılması halinde Kanal ile Boğaz arasında oluşacak “ada” bu yoğunlaşmanın merkezi olacaktır. Kanal üzerinde doğu-batı yönünde yapılacak ve sayısı giderek artacak olan köprüler bu eşiğin aşılması için yeni maliyetler getirecektir. Kentin bölgesi ile bütünleşmesini sağlayacak olan, ayrıca bazı fonksiyonların desentralize edilmesini kolaylaştıran doğu-batı eksenindeki gelişme de giderek imkânsız hale gelecektir.

“Bu şekilde kuzeye doğru yoğun büyüme, yukarıda bahsedilen ekolojik tehditlere yol açarak kentin sürdürülebilirliğini, bir anlamda yetersiz su kaynakları, yeşil alanları vs ile kendi kendine ayakta durabilme becerisini daha da azaltacaktır.”

İçme suyu

Rapora göre, Kanal İstanbul projesinin en önemli etkilerinden biri de, kentin varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürmesini sağlayacak yaşam destek sistemleri üzerinde olacak:

“İstanbul ve diğer projelerle göller, ormanlar, akarsular, tarım alanları gibi ekolojik koridorların ortadan kaldırılması, niteliklerinin değiştirilmesi ve yeni yerleşim alanlarının açılmasıyla bu koridorlar üzerindeki yaşam destek sistemleri (Ör. Sazlıdere Barajı, Küçükçekmece Gölü, Terkos Gölü ve ormanları) devre dışı bırakılmış olacaktır. İstanbul içme suyu bakımından sınırlı imkânlara sahiptir. Yeraltı suyu kaynakları hemen hemen yoktur.

“Kanal ile Boğaz arasında oluşacak ve Istranca Dağlarıyla bağlantısı kesilecek olan adadaki tatlı su kaynakları zamanla denizin tuzlu suyu ile dolduğunda kentin tatlısu ihtiyacının nereden karşılanacağı en can alıcı sorulardan biridir.”

“İnsana ve doğaya duyarlı bir yaklaşım”

Raporun sonuç bölümünde de projenin ÇED dosyasındaki eksikliklere değinilerek şu ifadelere yer verildi:

“İnsanlığın ortak mirası olan İstanbul’un sekiz bin yıllık geçmişinden geleceğe uzanan macerasındaki bu önemli kırılma noktasında en öncelikli yol göstericimiz bilim ve ortak akıl olmalıdır. Oysa projenin ÇED Başvuru Dosyasında bile konu sıradan bir iç su kanalı inşaatı gibi ele alınmakta, dosya yalnızca kara ekosistemine dair analizler içermektedir.

“Önce proje fikri üzerinde kapsamlı ve nitelikli çalışmaların gerçekleştirilmesi; deneysel, gözlemsel ve model öngörülerini içeren etraflı bilimsel çalışmaların yapılması, gerekli duyarlık denemelerine tabi tutulması ve bilimsel ve toplumsal platformlarda tartışılması gerekir.

“Halk da böylece proje ile ne yapılacağını, kendisine bedelinin ne olacağını, olası sonuçlarıyla birlikte, görme imkanı bulacaktır. Çağdaş bir toplumda, insana ve doğaya duyarlı idari yaklaşım bunu gerektirir.”

 

Haber Kaynağı: Bianet

Raporun tamamı: