Akil İnsanlar Heyeti  Bölgesi Grubu Başkanı Prof. Dr. ,  Başbakan, ilgili bakan ve yetkililere sunulan, üyelerin katılımıyla hazırlanan ortak raporda yer alan kişisel değerlendirme bölümünü, resmi internet sitesinden paylaştı.

Arıboğan’ın raporunda,  çözüm sürecinin en kırılgan noktasının Türkiye’nin, Cumhuriyet döneminden bu yana şekillenen sosyal ve siyasal yapılanmasına alternatif bir duruş önermesi olduğunu ifade etti.

Heyet toplantıları boyunca sürece en fazla destek verenlerin, çatışma ortamından en fazla etkilenenler olduğu bildirilen raporda, şu görüşler yer aldı:

“Marmara bölgesi, Kürtler’in göç alanı olması ve son 30 yıl boyunca evini terk etmek durumunda bulunan mağdur Kürt nüfusun bu coğrafyaya akması dolayısıyla oldukça tepkili bir insan grubunu da içerisinde barındırıyor.  Kürt bölgelerinden gelen insanlardaki ağır travma son derece somut ve reel, buna karşın Türkiye’nin batısının yaklaşımı daha ziyade psikolojik ve sanal. Bölgede yaşayan Kürtler korkunun bizzat içinde yaşadıkları için umut etmek istiyor, Batıda ise korkular ve tehdit algısı daha yüksek. Doğu’nun bu kadar arzulu ve barış yanlısı olmasını gizli bir nedene bağlıyorlar. Doğulular ise Batılılar’ın yaklaşımını bencil ve umursamaz buluyor. Bu nedenle karşılıklı empati kurma zorluğu yaşanıyor.”

Çatışmanın temelde arzulanan bir durum olmadığı, aksine “barışma” konusunda genel bir eğilimin olduğu kaydedilen raporda, batı bölgelerinde terör örgütü PKK’nın verdiği ekonomik zararlar konusundaki şikayetlerin yoğun olduğu vurgulandı.

-“Çözüm sürecine neden girildiği anlatılmalı”

Raporda, 30 yıllık çatışmanın ağır tahribat yarattığına vurgu yapılarak, şu değerlendirmeye yer verildi:

“Çatışma dönemi boyunca hiç kimse bunun nedenlerini, aktörlerini sorgulamaya cüret edememiş. Olan kabul edilmiş ve bunun üzerinden bir yaşam kurgulanmış. Şimdi insanlara 30 yıllık mücadelenin temelden yanlış olduğu söyleniyor ve başka bir zihinsel dünyaya geçiş öneriliyor. Bu, bir yönüyle bireylerin kendi kendisini yalanlaması ve daha önce inanmış olduğundan dönmesi anlamına geleceğinden, ister istemez savaş sürecini sorgulamayan insanların barış sürecini sorguladığını görebiliyorsunuz. O bakımdan barış sürecine neden girildiğinin, şartların önceki halden bu hale geçişinde ne gibi değişimlerin olduğunun çok iyi anlatılması ve insanlara kendi duruşlarını neden değiştirdiklerini izah etmeleri için nedenler sunulması gerekir.”

Toplumun bir kesiminin uzunca bir zamandır herhangi bir seçim ya da referandum sürecinden zaferle çıkmayı başaramadığı belirtilen raporda,  “Barış sürecini AKP’nin projesi olarak algılayarak ve algılatarak, bu projenin başarısızlığı üzerinden galibiyetle tanışmak arayışı var. Toplumun bir kesiminin zafer algısı, projenin çöküşü ile ilintilendirilmiş durumda. Akil heyete yönelik tepkinin özünde de bu var. Heyet üyelerinin barış sürecine destek verdiği için değil, karşı takıma yardım ettiği için eleştirilmesi söz konusu. Barış süreci ile siyasal rekabet bağlantısının kopartılması ve kaybeden kesimin başka yerlerde zafer ihtiyacını tatmin etmesi, sürece yönelik baskının hafifletilmesi adına önemli bir adım olacaktır” ifadeleri kullanıldı.

-Çözüm sürecinde medyanın rolü

Çözüm sürecinin gelişiminde ve sekteye uğramadan yürümesinde medyanın rolünün önemli olduğu aktarılan raporda, şu görüşler yer aldı:

“Akil heyet çalışmaları süresince ana akım medyanın sadece protestolara odaklanması ve yoğun katılımı göz ardı etmesi, heyetin çalışmalarını aksatan en önemli faktör oldu. Demokratik yöntemle yapılmayan (salonu basarak konuşmaların engellenmesi, üzerimize şişelerin ve bazı cisimlerin fırlatılması, hakaret, küfür ve ölüm tehdidi içeren sloganların atılması, arabalara zarar verilmesi vs.) protestoların bile medya tarafından alkışlanması ve 50 kişilik kalabalığın görüntüsünün salonlardaki yüzlerce kişinin görüntüsünü örtmesi, heyetin verimliliğini önemli ölçüde etkiledi.”

-Siyasi partilerin yaklaşımı

Raporda, siyasi partilerin sürece yaklaşımları konusunda çok büyük farklılıkların olmadığı belirtilerek, “Genel anlamıyla AK Parti ve BDP, sürecin sahipleri olduğu için olumlu yaklaşırlarken, CHP tabanında katılımcı, sorgulayıcı ama ılımlı bir eleştirellik, MHP tabanında ise tabandaki endişeleri daha yüksek sesle ve sert bir üslupla dillendirme eğilimi vardı. İşçi Partisi, HEPAR gibi, küçük partiler ise süreç boyunca protestolarla seslerini duyurmaya çalışan ama konuyla pek de ilgili olmayan bir duruş sergilediler. Alternatif olarak ne düşündüklerini ve sunduklarını anlamak pek mümkün olamadı” ifadeleri kullanıldı.

-Akil İnsanlar Heyeti’ne tepkiler

 Akil İnsanlar Heyeti’nin oluşumuna, işlevlerine ve isminin seçimine yönelik eleştirilerin de oldukça olumsuz bir hava yarattığı bildirilen raporda, şunlar kaydedildi:

“2 ay boyunca toplantıların neredeyse yarısını Akil heyetin neden bir hainler grubu olmadığını, partiler üstü bir oluşum olduğunu ve birilerinin gizli emellerini hayata geçirme gibi bir misyonu olmadığını anlatmaya ayırmak durumunda kaldık.  Buna karşın zamanla daha olumlu bir ortamla karşılaştığımızı ve daha geniş ve derin sohbetler yapabildiğimizi gördük. Bu gibi heyetler oluşturulurken amacının ve işlevinin doğru anlatılması, mümkün olduğunca siyasi partilerin ortak rızaları ile oluşturulması ve doğru isimlendirilmelerinin heyetlerin performanslarını artıracağını söyleyebiliriz.”

Çözüm sürecinin olumlu gelişmekle birlikte halen sabotajlara ve geri adımlara açık bir yörüngede ilerlediği savunulan raporda, şu değerlendirme yer aldı:

“Medyanın yumuşatıcı ve olumlu söylemler yerine olumsuz olana odaklanması, PKK’yı temsil ettiği düşünülen farklı kimliklerin farklı tonda demeçler vermesi ve özellikle sürecin geriye dönebileceğine dair tehditlere yer verdikleri her konuşmanın ön sayfalarda yer alması çeşitli riskleri barındırmaktadır.”

-Sonuç

Toplantılarda, çözüm süreci dışındaki diğer konularda yaptığı gözlemleri de 6 maddede  açıklayan Deniz Ülke Arıboğan’ın raporundaki sonuç bölümünde ise şu görüşler yer aldı:

“Sonuçta bir Akil Heyet üyesi olarak yaptığımız toplantılardan edindiğim izlenim Türkiye’nin ciddi bir demokratikleşme hamlesine ihtiyaç duyduğudur. Özgürlükler ve haklar garanti altına alındıkça gerilimler yumuşayacak, her kesim radikal de olsa atılan adımlara daha büyük bir güvenle yaklaşacaktır. Devletin gücü yumruğunun sertliğinden değil, kucağının şefkatinden gelmelidir. Devlet mekanizmasının kendisini kollamak adına güvenlik tedbiri alma ve şiddete başvurma gereksinimi gücünü değil, zayıflığını gösterir. Akıl, sabır ve şefkatle tüm çatışma dinamiklerinin üstesinden gelmek mümkündür. 30 yıllık bir çatışmanın ardından barış sürecini başlatabilen yürek ve akıl, geçmişin ve bugünün hatalarından ders çıkartarak daha iyi, daha müreffeh bir Türkiye’nin kapılarını açabilir. Barış sürecinin durmadan devam etmesi bir seçim değil, bir zorunluluktur. Bazı konular partiler ve siyasetler üstüdür ve hep öyle kabul edilmesi gerekir.”

Raporda, toplumsal barışın sadece “adaletin temel ilke olarak kabullenildiği” bir ortamda mümkün olduğu belirtilerek, şunlar kaydedildi:

” Barış bir toplumda sadece bir kesim için hayal edilebilecek kadar basit bir olgu değildir. Barış ya bütün bir topluma gelir, ya da barış diye bir şeyin geldiğinden söz edilemez. Çatışmalar belki baskılanır, olumsuz enerjinin boşalması geçici bir süreyle ertelenebilir ama bir gün, bir fırsatta mutlaka bir boşlukta kendini püskürtür. Bir toplumu barış içinde tutmanın en verimli yolu alabildiğince demokrasidir. Bu çerçevede yeni anayasanın hayata geçirilmesi, tamamını değiştirmek mümkün olamıyorsa bile en azından belirli bir kısmının düzenlenmesi elzemdir.” – İstanbul

Kaynak: AA
Raporun tamamı: